Düşmana esir düşen güzel bir prenses, tehlikenin ortasında arzu ve sevgiyi bulabilir mi? İskoçya'nın asi ruhlu prensesi Mary, Norman işgalciler tarafından, kimliği bilinmeksizin kaçırılmıştır. Güzel olduğu kadar inatçı genç kadın, kim olduğunu düşmana açıklamamakta diretmekte, sadakatinden ödün vermemektedir. Güçlü bir Norman lordu onu kollarına aldığındaysa tutkunun ve umudun gücünü keşfedecektir. Hayatını ülkesine adamış soylu bir savaşçı, mantığına değil, aşka güvenmeyi başarabilir mi? Savaşlarla katılaşmış, cesur şövalye Stephen de Warenne, fethettiği her şeyi kanının son damlasına kadar sahiplenip savunmakta kararlıdır. Buna, ruhunun en gizli özlemlerini uyandıran, altın saçlı esiri de dahildir. Genç savaşçı, Norman ve İskoç topraklarını kasıp kavuran çatışmaların ortasında, aşkın ateşinin savaşınkinden çok daha parlak olduğunu anlamaya başlayacaktır. Yalnız ruhların ve parçalanmış ülkelerin kaderi âşıkların ölümsüz yeminiyle değişebilir mi?
*******************************************
Kadın sen ne yaptın! Cidden okuyucularını kalpten götürmek istiyorsun bunu anlamış oldum. Waow, cidden waow! Bu cümlelerle kitaba ne kadar bayıldığımı söylememe gerek yok sanırım.
Nasıl bir yorum gireceğimi ciddi anlamda düşündüren nadir kitaplardan biri oldu. Ortaya karışık bir yorum yapacağım gibi görünüyor, şimdiden kusura bakmayın.
Kitabın yaklaşık ilk 100 sayfasına kadar "Herhalde yazarın önceden okumuş olduğum kitabı olan Aşka Yelken Açanlar gibi fazla olaylar olmayacak; hadi olursa da Yemin gibi olur diyordum." Fakat kitap sayfalar ilerledikçe Gönülçelen'i dahi aşarak aşırı entrikalı, bol olaylı bir kitap olarak çıktı karşıma.
Kitapla ilgili yoruma geçmeden önce şunu belirtmek zorundayım. Kitapta gerçekleşmese de oğlancılık ön planda ve bir sahnede ensent ilişki geçiyor. Bunları duymaya bile dayanamayanların kitaptan uzak durmasını tavsiye ederim.
Şimdi yorumuma geçebilirim. Yazarın bu kitabında bazı şeyleri ilk kez gördüm. Örneğin üstteki koyu renklerle belirtilmiş olan durum. Ayrıca ilk kez tarihi ayrıntıları fazlaca dikkate alarak yazmış. Gerçi Gönülçelen'de de tarihi ayrıntılar vardı ama bundaki daha fazlaydı. Bu açıdan Monica Mccarty sevenlerin bu kitabı da seveceğini düşünüyorum.
Sonunda Pegasus, bir historical romanda yazım kurallarına dikkat etmiş. Bu da daha da zevkli bir okuma sağladı. Sadece 2-3 yerde kelime yazımı hatası gördüm ama sallayın gitsin.
Bundan sonrasında bolca spoiler olacaktır. Kitabı okuyacakların burayı okumamasını tavsiye ederim.
İlk olarak kitaptaki en büyük korkum Stephen'in, babası olacak o manyağa huy olarak aşırı benzeme olasılığıydı. Fakat daha ilk sayfadan onun gibi olmadığı açıkça görülüyor. Şükür ki Stephen kadar diğer kardeşler de babaya değil, anneye çekmişler huy olarak.
Mary'i en başta fazla sevemedim. Çünkü Stephen, Mary'nin tüm çirkefliğine rağmen ona karşı gerçekten çok iyi davrandı. Bir şekilde onu anladığını göstermeye çalıştı ama yok, kız ille de sen düşmansın dedi tutturdu. Neyse ki boğulma sahnesinden sonra aklı başına gelmeye başladı. Ve sonrasında gönlümü baya kazandı.
Amaaaaa, ikisi olabilecek en uyumsuz çiftlerden biri oldular. Şöyle söyleyim; Mary, evliliğinden bir süre sonra doğru olduğuna inandığı şeyi yaptığı için (ki ben de olsam öyle bir şey yapma cesaretini gösterirdim) Stephen'in güvenini kaybetti (aslında o güven Mary'nin, Stephen'ı gizli dinlemesi sonucu bitmişti). Ve o olaydan sonra her ne olursa olsun Stephen'in ona güvenmediğini görüyoruz. Yani, kitap mutlu sonla bitse de o güven bir kez kırıldığı ve Stephen bunu asla unutmayacağı için bir şekilde yine Mary ile kavga edeceklerdir. Kısaca aralarında gerçek bir aşk var ama fazla mutlu bir evlilik yok.
Ayrıca Stephen, karını sürgüne gönderdikten sonra onu unutmak için başka kadınların koynuna girmeni hoş karşılamadım bilesin -_- .
Sizi bilmem ama bence yazar, kurgusunu gerçeklerle anlatmaya çalışırken biraz bocalamış. Bir yerden sonra aşırı tarihi bilgi okumak beni biraz yordu. Ayrıca kitapta o kadar savaş geçti ama ayrıntılı bir anlatım yoktu. Gittiler ve kazandılar diye anlatmış sadece yazar. Onun yerine Mary'nin ne yaptığını okuduk daha çok. Sanırım abla güzel bir iş çıkarayım derken kendini biraz fazla kasmış.
Kitapta Stephen-Mary kadar az da olsa Geoffrey-Adele çifti anlatılıyor. Her ne kadar M-S çifti olmasalar da onların da kurgusunda entrikalar ve tutku gözleniyor. Yalnız yazara bir sorum var: ABLA BU ÇİFTE SONRA NE OLDU? Madem kitap M-S ve tarihi skandalları anlatan bir kitap olacaktı niye bu çifte de bir son yazmadın, daha da önemlisi madem son yok, bu çiftin burada işi ne? 471 sayfa boyunca tarihi bilgi hafiften azaltılsa ve bu çifte bir son yazılsa -ki sanırım mutlu bir son olmadı onlarınkisi- daha güzel olurdu.
Rolfe'u görünce dedim "Aha, geldi bizim mobidik, kim bilir yine ne kötülükler peşinde?" Fakat ufacık bile olsa bir pislik yapmadı. Şaşırttın beni Rolfe. Yine de kitapta öğreniyoruz ki Rolfe'un çocukları babalarını sadece bir isim olarak görüyor. Babalıkta başarısız olması beni hiç şaşırtmadı.
Kitapta bir karaktere iyi veya kötü kalpli diyemezsiniz. Çünkü hepsi kendi çıkarlarının peşindeydiler. Bu bir yandan da iyi olmuş, en hoşlanmadığım karakterde bile bir empati kurmaya çalıştım çünkü.
Sonuç olarak Adele-Geoffrey belirsizliği hariç kitap için büyük kusur bulamıyorum. Ablamın bir kez daha gerçekçi bakış açısını tebrik ediyorum. Hatta bundan sonra favori historical yazarın kim derlerse Brenda Joyce'un adını vereceğim.
Puanım: 5/Yıldızlı 5
Brenda Joyce'un tum kitaplarini supurmus biri olarak yorumun kalbimi agritti cidden :( Deli gibi pdf dusmesini bekliyorum ben de
YanıtlaSilUmarım spoiler kısmı bütün zevki kaçırmamıştır. Bense yeni kitabı bekliyorum şu an. Bakalım Pegasus Bey veya Hanım ne zaman yeni kitap için işaret verecek. Son kitapla arasında 1 seneden biraz fazlası var çünkü -_-
YanıtlaSil